15 Aralık 2009 Salı

Gabriel Garcia Marquez demişken,

Okuma yazmayı öğrendiğim ilk zamanlarda Cin Ali serisiyle girdi kitaplar hayatıma. Annem uzun süredir bel fıtığı dolayısıyla evde yatıyordu ve ameliyat olmaktan ölesiye korkuyordu (o zamanlar bel fıtığı ameliyatlarında sakat kalma riski çok yüksekti.) Ama kaçınılmaz sona ulaştı ve babamla beraber ameliyat olması için Ankara'ya gittiler. Gitmeden önce de bana güzelce paketlenmiş Cin Ali serisini hediye ettiler. Kardeşim ve ben anane - babanne arasındaki tenis topuvari yolculuklarımıza başladık. Cin Ali lerde bizimle birlikte. Sonra Cin Ali'ler kesmemeye, anane - babanne yolculukları sıkıcı olmaya başladı.


Ve babam Ankara'dan döndü, annem ameliyata girmeden önce bizi görmek istemişti, kardeşim daha bebek olduğu için onu arkamızda bırakıp yola çıktık. Trene binmeden önce, babam beni trende oyalayabilmek için bana bir kitap almaya karar verdi. O zamanın Eskişehir'inde öyle ün salmış, büyük kitapçılar falan yoktu. Kitap ya kırtasiyede ya kitapçıda satılırdı, kaset kasetçide. Küçük kırtasiyelerin birinden Suna'nın Serçeleri'ni (Gülten Dayıoğlu) aldık. Heralde daha kötü bi seçim yapamazdık. Tekerlekli sandalyeye mahkum bir kızın serçelerle arkadaşlığı.. Babam hatasını anladığında ben travmatik bir boyuta çoktan geçiş yapmıştım.:)


Sonunda annem iyileşti ve döndü. Suna'nın Serçeleriyle hayatıma giren kitaplar bir daha çıkmadı.


Bilumum çocuk kitaplarını okudum ilerleyen yıllarda. O kitapların ne kadar dramatik olduğunu yeni farkediyorum. Çocuk kitaplarının büyük bir çoğunluğu türlü çeşit dramla doludur, çocuğunuza okutmadan önce kontrol ediniz! (Bknz: Dört Kardeştiler, Küçük Kadınlar, Çocuk Kalbi vb.)


Ortaokulda salakça bir hevesle Orhan Pamuk okumaya başlamıştım. Şimdi bile zor anlıyorum ama çocukluk işte. O yıllarda herkesde bir kendini etiketleme sevdası vardır ya, ben "entel"i seçmiştim. Orhan Pamuk okuyarak entel olacağımı zannettiğim zamanlardan sonra uzun süre üstümde kalan "metalcilik" daha cazip gelmişti, üstelik siyah hala en sevdiğim renktir (siyah, renk değildir!) Hala ara sıra dinlesem de uzun süre dinlemeye dayanamadığım bir takım müzikler, saçma sapan aksesuarlar ve simsiyah kıyafetlerle de pekiştirdim etiketimi. Tesadüf bu ya bir satanizm dalgası yükseldi ve uzun saçlı, siyah kıyafetli tipleri birer birer toplamaya başladı polisler (bu ülkede neler yaşanmadı ki!) Ailem ve yakın çevrem ortaokula giden tıfıl bi tipi de alabilirler gibi saçma sapan edişelerle (evet biraz nevrotikler) beni vazgeçirmeye çalıştıkça daha da kıymete bindi metalci hal ve tavırlarım. "Bir Satanistin Anıları" kitabı tam da o arada piyasaya çıktı ve ergen ben tutkuyla o kitabı istedim annemden (acıklı ilgi çekme çabaları). Ama benim açık görüşlü annem tüm aile - akraba tayfasını karşısına alarak bana kitabı aldı. Tabi önce kendisi okudu ve okumamda bir zarar görmedi. Kendisine saygılarımı sunmak boynumun borcu.



Elime geçen her kitabı okuyordum, tür ayırt etmeden, hala da etmem. (Ayrıca itiraf etmekten de utanmıyorum çik-lit e bayılıyorum!) Ama bu alışkanlık bazen kötü de olabildi hayatımda. Annelerin çocuklarına örnek gösterdiği sıkıcı tiplerden biri olmanın yanı sıra ukala olduğum önyargısına da kapıldı yaşıtlarım. Bunlardan daha da kötüsü, elime aldığım kitabı bırakmadan rahat uyuyamadığım için sınavlara çalışmadan girdiğim çok oldu. (Sorulara kitabı anlatan cevaplar vermek isterdim öyle zamanlarda ama hiç o kadar cesur olamadım)



Bir mavi yolculukta (kıymetini sonradan anladığım müthiş tatiller) teknede sıkıntıdan patlarken yanımda götürdüğüm bütün kitapları bitirmiştim. Datça'ya indiğimizde annemle küçücük bir kitapçıya girdik. Bazen insanlar ve mekanlar birbirlerine tam oturur ya, küçücük ama çok sevimli kitapçının içinde küçücük ve çok sevimli yaşlıca bir amca vardı. Halinden tavrından görmüş geçirmiş olduğu belli ama mütevazi kalmışlarından. Ne istersin diye sordu, ne istediğimi bilmiyordum. Bir sürü denemeden sonra bana Jean Christophe Grange'ı önerdi, Kızıl Nehirler yeni çıkmıştı. İnanılmaz bir keyifle okuduğumu hatırlıyorum, tekne cenderesinden beni kurtarmıştı. Macera - aksiyon kitaplarıyla böyle tanıştım, sanırım metalciliğime de çok gittiğini düşündüğüm için bir süre sadece onları okudum. Hala da çok severek okurum. (Tavsiye vermezsem ölürüm, ilgileniyorsanız ve hala okumadıysanız "Glenn Meade"i mutlaka okumalısınız.)



O hevesler arasına klasik eserleri de kattığım zamanlar oldu, okurken çoğunun neden klasik diye adlandırıldığını anlamadığım, çoğu zaman sıkılarak okuduğum kitaplar. Ama şimdi değerlerini anlıyorum, benimki yanlış zamanlamaymış.


Çok severek okuduğum, tekrar tekrar döndüğüm, bende iz bırakan kitapların hayatıma girişinin hep bir hikayesi oldu. Hala okumak istediğim milyonlarcası var ve umarım onları okumadan ölmem.


Ama bu yazıyı yazma (amaçtan biraz sapıp fazla uzatsam da) sebebim olan iki tane adam var. Gabriel Garcia Marquez ve Charles Bukowski. İkisinin kitaplarıyla da tanışmamın hiçbir hikayesi yok. Arka kapağını okuyarak aldığım onlarca kitap gibi aldım onları da. (O zamana kadar bu iki ismi de duymamış olmam ayrıca bir ayıp olsa da.) Ama ikisine de nedenini bilmediğim bir şekilde bağlandım.



Tarzları, konuları, üslupları, hayatları arasında dağlar var, biliyorum. Biri öldü, diğeri hala hayatta (şükürler olsun). Ama bana ikisi de aynı duyguları yaşattı. Hayatlarının bir parçası olabilmeyi deli gibi istedim hep okurken. Tanışmak, kitap imzalatmak (yazarlardan, ünlülerden, oyunculardan, bir şekilde ünlü olmuş insanlardan neden imza alınır hiç anlamam!) falan gibi değil. Bir şekilde yaşamlarına dahil olmak, yakından tanımak, yanlarında konuşmasam bile oturmak.

Charles Bukowski'nin dünyayı umursamayan halleri, serseriliği, boş konuşmadan çok konuşmayı becerebilmesi, sade ve direk oluşuyla; Gabriel Garcia Marquez'in bilgeliği, sakinliği, masal anlatır gibi çok enteresan şeyler anlatması ve ikisinin de tam sarılmalık iri, yaşlı amca tipinde olmalarını birleştirip ideal bir baba figürü yaratmış olabilirim kendime belki de (açığa vurulan çocukluk travmaları vol.1).


Sebebi her ne olursa olsun bir şekilde hayatıma girmiş olmalarından ve bana verdiklerinden dolayı ikisine de müteşekkirim. Önlerinde saygıyla eğiliyorum.

2 Yorum:

Blogger giz dedi ki...

minee hep yaz okuduğun kitapları anlat az biraz.içinde geçen özlü sözleri de istiyorum keza beni çok etkiliyorlar ..

20 Aralık 2009 09:02  
Blogger mine dedi ki...

yeter ki iste şekerim, seve seve:)

20 Aralık 2009 09:14  

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa